Anadolu
halk ozanlığı geleneğinde önemli bir kilometre
taşı olan Aşık Mahzuni Şerif, 17 Mayıs
2002'de Köln'de Hakka yürüdü. Aşık Mahzuni
Şerif son yüzyılda yaşayan halk ozanlarının
kuşkusuz en ünlüsüydü. 0 nedenle öldüğünü
haber yapan yazılı basın ve televizyon kuruluşları
onu "yüzyıla damgasını vuran ozan" olarak
tanımladı. Ölümü, Türkiye'de ve Türklerin
yaşadığı ülkelerde büyük yankı
uyandırdı. Mahzuni Şerif, hiçbir halk ozanına,
sanatçıya, hatta politikacıya kolay kolay nasip olmayacak
görkemli bir törenle son yolcu uğuna uğurlandı.
Mahzuni
Şerif, aynı ilgiyi yaşamı süresince de
görmüştü. Konser verdiği salonların önü
miting meydanına dönmüş, albümleri satış
rekorlarını param parça etmişti. Oysa köyden
kente göçün artması ve kitle iletişim araçlarının
günlük yaşama girmesiyle şıklık geleneğinin
de yok olma sürecine girdiği savlanıyordu. Aşık
Mahzuni, bu savı boşa çıkardı.
Türk
Şiiri Cumhuriyet'le birlikte büyük bir evrim geçirdi.
Özellikle 1940'lı yıllarda ortaya çıkan Garip
akımıyla gerek biçimsellik gerekse içerik açısın
dan önemli değişimlere uğradı. Geleneksel
halk şiirinde kullanılan hece veznine yönelen yeni
Türk şiiri, içerik açısından da daha toplumcu
ve gerçekçi bir kimliğe kavuştu. Ancak bu akımın
o yıllarda geniş kitleler tarafından benimsendiğini
söylemek güçtür. Sadece hece veznini kullanmak bu
akımın yaygınlaşmasına yetmedi ve devamlılığı
olmadı. Oysa aynı yıllarda kentle henüz tanışmamış
kırsal alanlarda özellikle de Alevi inancının yaşandığı
bölgelerde şıklık ve halk ozanlığı
geleneği dimdik ayaktaydı. Hele de aşıkların
harman Olduğu Sivas, Maraş, Erzincan, Çorum, Erzurum ve
Kars gibi bölgeler de birbirinden değerli ozanlar usta-çırak
ilişkisiyle bu geleneğin kalıcı ürünlerini vermeyi
sürdürüyorlardı.
Toplumun
siyasallaştığı 1960 ve 70'li yıllara gelindiğinde
hece veznini kullanarak toplumcu şiirler yazan Garip akımının
etkisi silinmiş, buna karşılık köyden kente
akının başlamasıyla ozanlık ve şıklık
geleneği kentlerde de kabul görür olmuştu. Kuşkusuz
bunda Garip akımının öncülerinin siyasi argümanların
dışında kalması, halk ozanlarının
ise bu argümanlara sarılmasının payı da yadsınamaz.
Ancak
yine de halk ozanlığının ya da şıklık
geleneğinin kentte de kabul görmesini sadece siyasi argümanların
kullanılmasına bağlamak yanlış olur. Unutmamak
gerekir ki, kır insanı kente geldiğinde alışkanlıklarını
ve kültürlerini bir anda silip atmadı, yanında taşıdı.
Kentte karşılaştığı güçlükler, yeni
yaşam tarzına uyum sorunu, yoksulluk, dışlanmışlık
ve toplumun gündemine yerleşen siyasal mücadele yanında
bir de sahip oldukları inancın gereklerini köydeki gibi
özgürce yaşamaktan yok sun kalış gibi olumsuzluklar,
bu soruları dile getiren ozanların kentte de tutunmasını
kolaylaştırdı. Elbette bu geleneğe bağlı
kalanları kentli nüfus olarak görmemek lazım. Kentte yaşayan
ancak kır kökenli nüfus olarak tanımlamak belki daha doğru
olur.
İşte
o dönemlerde özellikle de Alevi kökenli ozanların revaçta olmaları,
şehrin büyük salonlarında
geniş kitlelere seslenmeleri ve doldurdukları 45'lik plakların
yüksek satış grafiklerinin sırrı burada yatıyor.
Geride bıraktığımız yüz yılda özellikle
de 60'lı ve 70'li yıllarda büyük Alevi ozanları,
aynı dönemde Anadolu'yu bir uçtan bir uca dolaştılar.
20. yüzyılın en büyük ozan ve şık hemen hemen
aynı dönemde seslerini duyurdular. Aşık Veysel, Aşık
Daimi, Aşık Nesimi, Feyzullah Çınar, Davut Sulari,
Mahmut Erdal ve tabii ki Aşık Mahzuni bunların başında
geliyordu. Aynı dönemde belki farklı kültür ve inançtan
gelse de siyasal içerikli şiirleri ilgi toplayan Aşık
İhsani'yi de bu kervana katabiliriz. Sünni gelenekten gelen,
dinî ve millî motifleri şiirlerinde işleyen Murat Çobanoğlu,
Şeref Taşlıova ve Aşık Reyhani gibi ozanlar
kendi bölgelerinin dışına çıkamayıp sınırlı
bir etki yaratmışlardır.
Eserlerinin
Sayısı Bilinmiyor:
Aşıkları iki
ayrı kolda ele almak gerekiyor. Birincisi, geçmişteki
büyük ozanların yazdığı nefes ve deyişleri
kendi yaptığı müzikle çalıp okuyan aşıklar;
ikincisi ise kendi eserlerini çalıp söyleyen aşıklar.
Aşık Mahzuni ikinci sınıfa giren ozanlar arasındadır.
İlk yıllarında Maksudi (Osman Dağlı)'den
Okuduğu bir iki eseri saymazsak ölümüne kadar kendisinin dahi
hatırlayamadığı kadar sayıda eseri hem
yazıp hem okudu.
Mahzuni Şerif'i diğer
ozanlardan ayıran bir başka yönü de iyi bir icracı
olmasıydı. Nice ozan vardır ki, eserleri başka
sanatçılar tarafından okunarak üne kavuşmuştur.
Ancak Mahzuni, hem yazdığı nefesler, hem o nefesleri
birbirinden güzel ezgilerle bestelemesi ve bu eserleri Tanrı
vergisi etkileyici sesiyle mükemmel bir şekilde icra etmesi
nedeniyle haklı bir üne kavuşmuştur. Büyük Kızılbaş
ozanları Pir Sultan Abdal ve Şah Hatayi'yi saymazsak eserleri
günümüzde başka sanatçılar tarafın dan en çok okunan
Alevi ozanı Aşık Mahzuni Şerif olmuştur.
Mahzuni'nin bu kadar tutulmasında
ajitatif söyleminin de payı büyüktür. Özellikle Alevi yol ve
inancının anlatıldığı nefeslerinde
diğer ozanların aksine açık, şeffaf ve ajitatif
bir söylemi tercih etmiştir. Bu da kendi toplumu tarafın
dan ilahlaştırılmasına yol açmıştır.
Karizmatik kişiliği de bunu pekiştirmiştir.
Ufak tefek boyu, mahcup yüz ifadesi, etkileyici ses tonu ile karşısındaki
insanı hemen etkilerdi Mahzuni.
Mahzuni
Şerif'i Ortaya Çıkaran Toplumsal Koşullar |
Asıl
adı Şerif Çırık olan Mahzuni Şerif, 1943
yılında Kahramanmaraş'ın şimdilerde Afşin,
o yıllarda ise Elbistan'a bağlı Berçenek Köyünde
doğmuştur. Ozanlık geleneğinin güçlü olduğu
Elbistan, Alevi inancının en saygın de delerinin
ve erenlerinin yetiştiği bir bölgedir. Dedeleri, Tunceli'nin
Hozat ilçesine bağlı Bargeni köyünden çıkmış
Anadolu'nun netameli günlerinde ora ya savrularak gelip Elbistan
ovasını mekan tutmuşlardır. Bargeni, Alevi ocaklarından
mürşit ocağı olarak kabul gören Ağuiçen ocağının
merkezidir.
Kalender
Çelebi ayaklanması sırasında Anadolu'nun çeşitli
bölgelerin den sökün eden Alevi Türkmenler, Nurhak Dağları'na
sığınmış, ancak Osmanlının bu
ayaklanmayı kanlı bir şekilde bastırmasından
sonra çevre yörelere dağılmışlardır. Bu
nedenle Elbistan Ovası'nda farklı bölgelerden gelmiş,
farklı ocaklara mensup Alevi Türkmenler bugün de yaşamaktadır.
Birçoğu baskılar nedeniyle Sünnileşmiş olsa
da gerek aşiret adları gerekse yerleştikleri bu bölgelere
verdikleri adlar, şecerelerini ortaya koyuyor.
Mahzuni
Şerif'in büyük dedesi Seyyid Mehmet'in türbesinin bulunduğu
Hasan Köyü de 1800'lü yılların ortasın da Sünniliği
seçmiştir. Seyyid Mehmed'in ölümünden sonra aile iki kola ayrılmış.
Bir kol, Berçenek'e yerleşerek Alevi inancını sürdürmüş,
diğer kol ise Hasanköy'de kalarak Sünni inancı benimsemiştir.
Okul
çağı geldiğinde köyü Berçenek'te ilkokul olmadığı
için Elbistan'ın Alembey Köyü'nde bulunan Lütfü Efen di Medresesi'nde
Kur'an kurslarına giden Mahzuni Şerif, böylece eski yazıyı
da öğrenmiş, ilköğrenimini ancak 1956 yılında
köyüne ilkokul yapılmasıyla tamamlayabilmiştir.
12
yaşından itibaren amcası Aşık Fezali (Behlül
Baba)'den saz çalmayı öğrenen Şerif Çırık,
Alevi yol ve erkanı ile tasavvuf bilgisini Şakir ve Cırık
Baba'dan öğrenmiştir. Cırık Baba, saz çalıp
nefesler de söyleyen bu kara kuru mahcup delikanlıya "Mahzuni"
mahlasını vermiştir.
Şerif Çırık bir yandan Mahzuni mahlasıyla deyişler
çalıp söylerken bir yandan da Mersin'de Astsubay Okuluna devam
eder. 1960 yılında Ankara Ordu Donatım Teknik Okulu'na
devam eden Aşık Mahzuni, sonunda ordudan kendini kovdurtarak
istediği yaşam biçimine kavuşmuştur.
Artık
Mahzuni'nin mekanı şıkları, ozanların buluştuğu
muhabbet sofralarıdır. Ankara'da elinde sazı sık
sık usta aşıkların sofralarına konuk olur.
İsmini yeni yeni duyurduğu yıllarda Aşık
Veysel ve diğer ünlü ozanlar, büyük bir kitle tarafından
tanınıyordu. Mahzuni Şerif, ilk plağı "İşte
Gidiyorum Çeşmi Siyahım"ı yaptığı
1967 yılında henüz yirmili yaşlarının başındaydı.
1967'den
1980'li yılların başına kadar Türkiye'de bir
Mahzuni Şerif kasırgası esmiştir. İlk plağına
bir sevda türküsü okumasına karşın Mahzuni asıl
çıkışını Alevi tasavvufu ve yola ilişkin
ne fesleri ile yapmıştır. Daha 18 yaşında
İmam Hüseyin'e yazdığı mersiyesi karşısında
kendisinden yaşça büyük olan ozanların takdirini kazanmıştır.
Özellikle de Aşık Veysel'in. Aşık Veysel, her
platformda Aşık Mahzuni'ye ilgi göstermiş ve yaşı
çok genç olmasına karşın aralarına büyük bir
ozanın katıldığını ifade etmiştir.
Mahzuni'nin İmam Hüseyin'e yazdığı mersiye 1967
yılında bir muhabbet sofrasında Fikret Otyam tarafından
kaydedilmiş ve üç yıl önce albüm olarak piyasaya çıkmıştı.
Bir senfoni niteliğindeki bu eserden sonra da Mahzuni, tasavvuf
konulu deyişler üretmeyi sürdürdü ve asıl ününü bu alanda
yaptı. Aşık Mahzuni, geleneksel halk şiirinin
kalıplarının dışına çıkan nefesler
de yazmıştır. Buna örnek olarak iki nefesini burada
aktaralım:
Ozanımız serbest vezinde de şiirler yazmış
ve bunları "Dolunay'a Tül Düştü" adlı kitabında
toplamıştır. Mahzuni Şerif aynı dönemde
birbirinden güzel sevda türküleri üretmeyi de ihmal etmez.
Ozanın
son yıllarda dillere pelesenk olan ve onlarca sanatçı
tarafından okunan "İşte Gidiyorum Çeşmi
Siya hım", "Seher Vakti Elinize", "Beni
Yücelerden Seyreden Dilber", "Gidiyorum Kara Gözlüm Ağlama",
"Bitmez Tükenmez Geceler" gibi ölümsüz sevda türkülerini
anmadan geçmek olmaz.
1960'lı
yılların sonunda Mahzuni adı artık tüm yurtta
tanınmıştır. 0 dönem Türkiye'de toplumsal halk
hare ketlerinin ve 68 kuşağının siyasal mücadelesinin
başladığı yıllardır. Ünü arttıkça
çevresi de genişleyen Mahzuni Şerif, artık toplumsal
konularda daha çok eser vermeye başlamış, yoksulluk,
çarpıklık, siyasi baskılar Mahzuni'nin eserlerine
de yansımıştır.
Aşık Mahzuni dönemin en gözde ozanı olmasına
karşın birçok ozanın aksine bağımsızlığını
korumuş ve hiç bir siyasal kurumla organik ilişki içine
girme yanlışına düşmemiştir. 0, tüm Türkiye'nin
ozanı olmayı arzulamış ve hedef kitlesi toplumun
en ait kesimini oluşturan yoksul Anadolu insanı ol muştur.
Kendi
yaşadıklarıyla yoksul halkın yaşamı
arasında ilinti kurup onların sesi, avazı olan Mahzuni'nin
eserlerinde herkes kendinden bir şeyler bulmuştur. Köyünde
ailesine ait bir tarlanın uzun uğraşılardan
sonra tapusunu alan ozan, köyün ağası tarafından
tarlasına el konup tarlanın sürüldüğünü öğrenince
kahrolur. Bu konuyu ele aldığı eserinde kendi feryadına,
feodal düzenin cenderesinde sıkışıp kalmış
topraksız Güney doğu köylüsünün feryadını bakın
nasıl katmıştır:
Mahzuni
Şerif, bu dönemde yazdığı birçok eser nedeniyle
soruşturmalara uğradı, hapislere girdi. Ancak belirtmek
gerekir ki, Mahzuni'nin bu dönemde yazdığı güncel
siyasî içerikli eserleri değil, tasavvuf, aşk, toplumsal
konulu şiirleri ile taşlamaları kalıcı
ol muştur. 0 nedenle bu dönem, ozan açısından kayıp
yıllar olarak sayılır. 1980den sonra Mahzuni, hakkındaki
dava ve soruşturmalar nedeniyle bir süre suskun kalmış,
davaları bitince yeni den üretime başlamıştır.
Bu yeni dönemde Mahzuni de siyasî içerikli eserler üretmekten kendini
alıkoymuştur. "Dom Dom Kurşunu", "Sarhoş"
gibi eserler bu dönemin ürünüdür.
1990'lardan
itibaren Aşık Mahzuni, yeniden çıkış noktasına
dönmüş ve tasavvufa meyletmiştir. Bu dönem Mahzuni'nin
kemalet dönemidir ki, en güzel eserlerini bu dönemde vermiştir.
Belki o eski coşkulu Mahzuni'yi bulmak zordur ancak eserlerinde
bir dinginlik, bir olgunluk göze çarpar. Ozanın maalesef son
dönemleri olan bu yıllarda daha çok nefesler, semahlar, düaz-ı
imamlar ürettiğine ve eserlerinin birçoğunda ölüm konusunu
işlediğine tanık oluyoruz.
Mahzuni
Şerif, ilk çıkışından ölümüne kadar eserlerinde
ölüm temasını sıkça işlemiştir. Fakat Mahzuni'nin,
eserlerinde ölümü işleyiş şekli, bir Ahmet Haşim'den
farklıdır. Mahzuni, ne ölümden korkuyor ne de ölümü bir
kayıp olarak görüyor. 0, ölümü Hakk'a kavuşmak olarak
görüyor ve ölümü "hoş geldi sefa geldi" diyerek karşılı
yordu.
Ölümünden
sonra çalışma odasındaki masasında bulduğumuz,
Niyazi Aslan dedeye yazdığı mektubunda halini şöyle
arz etmiş:
"Özünüz
ve cemaliniz kadar aziz muhabbetnamenizi aldım. Söylediğiniz
gibi tahammül edilmesi güç bir rahatsızlık geçirdim. Ancak
bu yolun benden evvelki bütün yolcuları da aynı akıbete
rızalık gösterdikleri için Hazret-i Şah'a karşı
isyankar olmadım. Demek ki, dünyada yapmam gereken bir takım
ödevlerim daha varmış ki, Hazret-i Şah bu kuluna
kıymadı ya da huzuruna kabul buyurmadı. Sizlerin
himmet ve duasıyla bu günahkar canımı yeniden taşımak
zorunda kaldım. Hak sizlere zeval vermesin, Ehl-i Beyti ve
insanlığı seven her canın belası bana gelsin.
Ben hakkıma düşene razıyım. Ben dilerim ki,
huzur-u Alide hiçbiriniz benim yakamdan tutmayasınız.
Kainatın mirası Ehl-i Beyt'e kalmıştır,
Ehl-i Beyt'in mirası da ariflerin kamillerin malıdır.
Yeniden hastaneye yatacağım galiba. Ümit görürlerse ameliyat
edecekler. Şayet ameliyat masasından bu dünyaya dönmemek
üzere gidersem lütfen haklarınızı helal ediniz ve
bu fakiri unutmayasınız.
Yaşamı boyunca hep bir derviş gibi yaşadı.
Her zaman mahcup ve alçak gönüllü tavrını korudu. Bir
çocuğun bile karşısında konuşurken yüzünü
yer den kaldırmadı. Bazen beş yaşında bir
çocuk bazen asırları devirmiş bir bilgenin kimliğine
büründü. Aynı zaman diliminde halden hale girerdi. Bir yanı
hep çocuk kaldı. Onun bu çocuksu ve saf yönü çevresindeki dostlarını
güldürürdü. On binlerce hayranı olmasına karşın
kendisini bir sanatçı gibi görmeyip, Şakir ve Cırık
Babanın dizi dibin de saz çalıp nefes söyleyen mahçup
Mahzuni olarak kaldı.
Yaşı
ve statüsü ne olursa olsun her kes ona saygı gösterir "Baba"
derdi. El öptürmez ama el öperdi. Mürşitlere, kamillere hep
secde etti. Saygı duyduğu bu insan-ı kamilleri sık
sık ziyaret eder, himmet dilerdi.
Elif
Ana'nın Deli Mahzunisi |
Mahzuni'nin
yaşamında önünde secde ettiği üç vardı. Şakir
ve Cırık Baba, onu yetiştiren elh-i kamiller olarak
ölene kadar ondan sevgi ve saygı gördüler. Pulyanlı Elif
Ana da Mahzuni'nin taparcasına sevdiği bir başka
kamil insandı.
Elbistan
yöresinde çok büyük saygı halesi oluşturan Pulyanlı
Elif Ana'nın Mahzuni ile tanışımda ilginçtir.
Elif Ana'nın oğlu Mehmetten ve Mahzuni Şerif'in
eşinden dinlenen bir tanışma öyküsü:
Kışın
en amansız geçtiği 1970'li yılların başında
Gaziantep'te ikamet eden Mahzuni Şerif, Başpınar'a
gideceklerini söyleyerek eşini gece yarısı arabaya
bindirir. Ancak ozan, direksiyonu Maraş yönünü doğru çevirmiştir.
Elbistan'a vardıklarında tek tük karşılaştığı
insanlara Pulyan köyünün yolunu sorduğunda eşi onun Elif
Ana'ya gideceğini anlamıştır. Saat gece yarısını
çoktan geçmiş, dışarıda amansız bir tipi
başlamıştır. Aynı saatlerde Pulyan köyünde
de Elif Ana aniden yataktan fırlamış ve oğullarını
uyandırıp gelen misafir için hazırlık yapılmasını
istemiştir.
Çocukları
ve gelinleri Elif Ana'nın bu hallerini bildiklerinden hemen
kal kıp sobayı yakmış, bir koç kesip yemek için
ateşe koymuşlardır bile. Çocukları "Ana
gelen kim?" diye sorduklarında Elif Ana, "Antep'ten
yana bir deli geliyor, neredeyse varmak üzeredir." der. Mahzuni
ile eşi Pulyan'a vardıklarında lambası yanan
tek bir ev görüp yönlerini o yana çevirirler. Kapıyı çalıp
tam "Elif Ana'nın evi hangisi?" diye soracak olurlar
ki, kapıyı Elif Ana'nın bizzat kendisi açar. "Gel
bakalım be hey deli, seni bekliyordum gir içeri." diyerek
Mahzuni'yi buyur eder. içeri giren Mahzuni, sofranın hazırlandığını
görünce Elif Ana'nın dizlerine kapanarak niyaz eder. Şakir
ve Cırık Baba'dan sonra Elif Ana da Mahzuninin ölünceye
kadar olarak kalmıştır.
Vasiyet
Aşık Mahzuni Şerif son iki yılında ölümünün
yaklaştığını, dostlarına bildirerek
vasiyetini açıklamıştır. Öl düğünde, Hacıbektaş'a
pîrinin irşad ettiği topraklara gömülecek, mezarının
bulunduğu topraklara bostan ekilecek, gelen geçen yolcu bu
bostanlardan yiyecektir. Bu vasiyeti aynı zamanda şiirleştirmiştir
de.
|